Page 159 - KÜLTÜR ATÖLYESİ III
P. 159

157






               YANDAN ÇARKLI                         Şimdi,  rahmet-i  rahmana  kavuşmuş   yataklarımızı sel sele verirler, laf yok.
                                                     ilk  karısından  dokuz,  ikincisinden   Biz burada gam dağıtalım dedik mi,
                                                     de dört olmaz üzere on üç çocuğuyla   tavan güm güm vurulur. Ne o? Kesin
                                                     karısı, kendisi, güveysi on altı kişilik   bakalım, sizi mi dinleyeceğiz. Biz sizi
                                   Orhan Kemal                                  ufak  tefek  bir  sıvacı  barınıyor.   dinliyoruz ya. Radyonuz var, içkiniz,
                                    (1914-1970)      Bana  bu  sıvacıyla  başındakilerden   misafirleriniz,  dansınız,  mansınız
                                                     söz  açtıkları  zaman  şaşıp  kalmış,   tamam. Haftada en azından dört, beş
                                                     pek  de  inanamamıştım.  Hiç  vakit   gün  mahalleyi  inletirsniz.  Dinleyen
                                                     geçirmeden  gittim,  gördüm.  Hani   kim?   Beğenmiyorsan    çık.   Bir
                                                     insan görmese de ezbere düşünse, ilk   tutuluyorum ki heriflerin mal sahibi
               İstanbul’un  çok  büyük,  çok  süslü
               yapılarla  ünlü  semtlerinden  birinin   akla  gelen,  bu  ufacık  aile  babasının   gibi cart curt etmelerine!”
               kıyısındaydı gittiğim ev. Eski İstanbul   bu  kadar  boğazı  beslemek  zorunda
               ahşap  evleri  biçiminde,  şahnişli,   kalmaktan  gelen  korkunç  sıkıntı   Bunları, yılbaşını nasıl geçirdiklerini
               kiremitli,  saçakları  dantela  gibi   içinde belki de zaman zaman kendine   anlatırken,   rutubetten   nemli,
               oymalı.  Kim  bilir,  belki  de  yaşmak,   kıymayı düşünebileceğini sanır.   karmakarışık  yataklarının  hala  serili
               ferace devrinden kalmış. Hâlâ alımlı,                                      durduğu odalarında söylemişti.
               hâlâ çevresine o devir hanımefendileri   Hayır. Adam ufak tefek, bir muşmula
               kadar azamete bakıyordu. Bakıyordu    kadar  da  kuru,  kötü  yaşamaya     Bir  buçuk  metre  eninde,  bir  buçuk
               ya,  benim  anlatacağım  “ev”in  bu   dayanmakta  sıfırı  tüketmiş  ya,    metre  boyunda,  basık  tavanlı,  içeri
               alımlı  çalımlı  konakla  ilgisi,  bu  çok   neşesine  diyecek  yok.  Hani  şu   içeri  kamburlaşmış,  sıvaları  dökük
               eski  devirlerden  kalma  konağın  alt   eskilerin  “mihneti  kendine  zevk   duvarlarıyla kutuyu hatırlatan bir oda.
               katında oluşundan.                    etmedir alemde hüner” sözü var ya, o   Sokağa açılan yan yana iki pencerenin
                                                     hesap. Mihneti kendine zevk ediyor!  dörderden  sekiz  camından  yedisi
                                                                                          kartonlarla  kapatılmış.  Yama  yama
               Kim  bilir  hangi  padişah,  hangi
               bendesi için, ne biçim bir ubudiyetine   “Bizde gramafon yok, radyo hiç yok.   üstüne  yorganlar,  yatak,  yastıklar.
               karşılık yaptırıp hediye etmiş!       Yok diye bir kenarda küsüp kararacak   Yataklar  sıra  sıra  serili.  İncecik
                                                     değiliz  ya!  Aptal  çalar,  çingen  oynar   incecik.
                                                     hesabı, ben tepsiyi alıyorum, askerden
               Tahtaları  kurt  yenikleriyle  yer  yer
               delik  deşik  olsa  bile,  yine  de  özene   yeni  gelen  büyük  oğlan  dayanıyor   “Kaç kişi yatıyorsunuz burada?”
               bezene  yapılmışlığı  ilk  bakışta  belli   şarkının,  türkünün  en  oynağına,  en
               kocaman  kapının  üç  beş  metre  alt   kahpesine,  kızlar  da  şıkıdık  şıkıdık   Kucağında bir, bir buçuk yaşlarındaki
               başında,  ufacık,  pek  gelişigüzel,  son   başladılar  mı  göbek  atmaya,  oooh!   kızından  başka  karnı  burnunda
               derece  yalınkat  bir  başka  kapıdan   Kaç  para  eder  senin  Hilton’un,   karısına bakıyor gülerek.
               aldılar  bizi  içeriye.  Kurt  yenikleriyle   Taksim’in, Tepebaşı’n, Kazablanka’n!”  “Kaç kişi yatıyoruz?” diye soruyor.
               delik  deşik  kocaman  kapı,  konağın
               asıl kapısı. Bizim buyur edildiğimizse,   Beşinci  çocuğuna  gebe  karısı  söze   Kadın da gülüyor:
               zamanında,  yani  konağın  güm  güm   karışıyor:                           “Bilmem ki. Ben, sen iki; Ayşe, Fatma,
               gümlediği  mutlu  günlerde  uşakların   “Üstümüzdekiler rahat bıraksa...”  Zeliha,  Meryem,  Erdal,  Can,  Neşe,
               işlediği kapı olacak.                                                      Aynur da sekiz mi?”
                                                     Soruyorum:                           “Sekiz.”
                                                     “Kim oturuyor üstte?”                “Etti on. On iki kişi yatıyoruz galiba...”
               Bu kapıdan girdik işte.
                                                     “Kiracı.”
                                                                                          Ufak  tefek  adam,  odanın  rutubetli
               Daracık  bir  dehliz.  Loş,  dört,  beş
               metre  uzunluğunda.  Sonda,  sağlı    Sözü kocası alıyor:                  loşluğunda gülüyor.
               sollu ufacık ufacık iki oda. Herhalde   “Kiracı  ya,  ev  sahibinden  ileri.   “Ürkütmeden sayılmaz ki!”
               o mutlu devirlerde uşaklar otururdu   Kendileri   çalıp   çığırıp   hora
               bu odalarda.                          teper,  tahtaları  yıkayıp  silerken   Soruyorum:
   154   155   156   157   158   159   160   161   162   163   164