Page 152 - KÜLTÜR ATÖLYESİ III
P. 152
150
KAYIPLARA tele doluyor, yumuşacık parafinin Bir su gözesi vardı evin yakınında.
içine fitil niyetine daldırıyordu. Elma Küçücük bir ayazma, eski bodrumvari
KARIŞMIŞ İSTANBUL kokan bir ışık türetiyordu. Ama bir sunak yeri. Samiye Hanım
bu yeni mumlar, pek de uzun süre pazarları oraya gidiyor, kocasını
yanmıyordu. Kendi ışıklarının eriyiği anıyordu. Mumlara dayanabildiğim
Hulki Aktunç içinde fitil çabukcak sönüyordu. tek yer orasıdır aslında, diyordu
Eh bu da bir şeydir, diyordum. İnce bana. İkonlarla iyice ahbaptı. Maria
“Bu kadar insana bu ülke yetmiyor bakır telleri yine aldığı yere koymasını Magdalena’dan dedikodu dinliyordu.
artık, ilerleyeceğimize geriliyor söylüyordum. Sigorta onarma ve Gül Paskalyasını iple çekiyordu.
muyuz nedir?!” dedi Samiye Hanım. yenileme görevi benimdi çünkü. Elektriği ancak burada kısmalı,
Kızgındı. Karanlıkta eşyaya çarpıyor, Bu karanlıkta mı ? diye gülüyordu, daha güzel görünürüm, diyordu
nedense hep sol kalçasında sönük mor incecik telleri, kuşevi gibi küçücük Maria Magdalena. Samiye Hanım,
izler oluyor. Elektrik kısıntısından bir rafa, bu yaşta, bu karanlıkta, ben? yalnızca onu aydınlatan mumlar
tören yaratmayı da biliyor ama. Bir Telleri alıyordum. El yordamıyla dikiyordu ve hatırım için, şu kalık
yandan mum aranıyor, bir yandan şu buluyordum elini. Değiyorduk. Bana mum parçalarını da alayım sizden
“ne kötü” kış akşamının karanlığında yaklaşıyordu. efendim, diyordu. Kısıntı saatlerinde,
sarımsak havanını bulmaya en çok ürktüğüm şeyi, kocasına pek
çabalıyor. Kaç yıldır ilk kez paça Ah! Ah! Selim Bey, siz büyük bir benzediğini anımsatacak sözleri
yapmayı düşünmüştü. İkimizde çok müzisyensiniz… diyordu Selim’in de seviyordu. Sözlere sığınıyordu,
heyecanlıydık. Belki gece yarısı sarı i’sini eski sesiyle uzatırken, beni ben uzaklaşırsam. Tepkilerimden
leblebi ve boza da olacaktı. İnsanın pohpohladığını belli etmek için korkuyor, ayazmalarla, mumlarla,
akşam melankolisi yetmiyormuş binbir tavır takınıyordu. Elimi, sonra Maria Magdalena’nın günahkar ve
gibi, gün ışığının gittiği bu saatlerde kolumu utangaç tutuyordu. ermiş yaşamıyla, kocasının, bu çok
bastırıveren kent karanlığı tek tek Kısıntı saatlerinde bana yaklaşıyordu. ünlü çalgı onarım ve akort ustasının
ikimizi de çıldırtıyordu. Ama şu da Odamın kapısına bıraktığım yüce çelebiliğini yansıtan dama ve
vardı: Kısıntı saatlerinde her şey ayakkabıları gecenin bir vaktinde satranç partileriyle dolu, dayanılmaz
zorunlulukla değişiyordu galiba. Bana gelip düzeltmek gibi, bana –ah, bir gevezeliğe başlıyordu. Durdurmak
yaklaşıyordu. Engeller, karanlıkta benden nasıl da geçmiş- bayan istiyordum onu. Bir dama hamlesine
görünmez oluyordu. Sonraki solgun arkadaşlar yamayıp, gelen bir konuğu onun adı verilmiş, Ohannes açmazı
ışıkta da korkutmaz oluyordu artık. yukarı kata, odama çıkartmamak deniyormuş, kedi basamağını çok
Bana yaklaşıyordu. İçine tomar tomar gibi, girişte bekletip ağzını aramak sever ve iyi uygularmış müteveffa,
kağıt attığım sobanın ya da oynaşan gibi kırıcı incelikleri de bitiriyordu satrançta çifte ve birbirini ayak
mum ışığının altında, Samiye Samiye Hanımın. Odamın kapı tutmuş at elde etmek için, çifte file
Hanımın karanlık turuncu teni. önüne koyduğu paspasvari çaput karşı bir iki piyade feda ediyormuş.
da sorun olmuyordu. Bu çaputun Kombinezonlarda da üstüne yokmuş.
Siyah, istorlu perdeleri karartma gönyesiz durması yasaktı çünkü. Ve bunu söylerken de Mahmutpaşalı
varmış gibi kapatıyordu ve mum Ayağımı ona iyice silmeliymişim ve iç giysilerini nazla çekiştiriyordu.
artıklarından yeni mumlar yapıyordu. ama çaputu dümedüz (böyle diyordu) Size Dilaram Matını öğreteyim
Eski bir sahanda eritiyordu kalmış bırakmalıymışım. Samiye Hanım, mi? Eski insan yüzleri çizmeye
mumları, çöpe atmayıp dünden elinde ince uzun bir telle ve sicimle başlıyor karanlığa. Korkunç yalın ve
sakladığı elma kabuklarını eziyor, karşıma dikiliyor, mumların bu kez korkunç sarsıcı ilişkiler resmetmeye
çıkan damlaları sahana aktarıyordu. portakal kokacağını belirtiyor, ama başlıyor. Kırıcı, gamlı ya da kösnük.
Eriyiği karıştırıyor, İkinci Dünya kırk yılda bir gelen ve benden şarkı Sevinçlerini de bir yere saklamış,
Savaşını anıyor, elma kokulu sahanı sözü isteyen zavallı bir uvertür bayan ama bulamıyor. Eski kocasından söz
yine ısıtıyordu. Çatlak bir çay bardağı hakkında sorular soruyordu. Yoksa etmemek için uzun bir işkenceye
hazır duruyordu. Eriyiği buna boca mum ve ışık, ispermeçet ne arasın, katlanıyor, sonra küçük ödüler
ediyor, kim bilir hangi acıklı çarşı adi çarşı işi kokacaktı. Fitil muma vererek yine konuşuyor, susamıyor
paketinden kalmış sicimi ince bir dalarken, elektrik de kesiliyordu. Böyle bir işkencenin kendisine özgü

